Halvetiyye’nin Gülşeniyye-Sezâiyye Kolu ve Hasan Sezâyî Hazretleri
Halvetiyye Tarîkatı şube ve kollarının çokluğu nedeniyle “Tarîkat Fabrikası” veya “Tarîkat Kuluçkası” şeklinde anılan, ilmî, siyâsî, kültürel ve vicdânî yönden tarihte derin izler bırakan etkin bir yoldur.[1] Halvetiyye’nin dört ana şubesinden biri olan Rûşeniyye şubesinin müessisi Dede Ömer Rûşenî’nin (ö. 892/1486), halîfelerinden Diyarbakırlı İbrahim Efendi’ye (ö. 940/1533) bir gül vererek “Sen ol bâğ-ı bekânın gülşenisin” sözlerini sarf etmesi üzerine İbrahim Efendi “Gülşenî” lafzını, mahlâs olarak kullanmış ve bu sebeple, onun Rûşeniyye şubesinden neşet etmesine vesile olduğu alt kola “Gülşeniyye” denilmiştir. “Gül Bahçesi” anlamına gelen bu isimle anılan Gülşeniyye kolu İbrâhîm-i Gülşenî, Dede Ömer Rûşenî, Pîr-i Sânî Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî (ö. 868/1463), Pir Sadreddîn (ö. 860/1455), Ahî İzzeddin (ö. 828/1425) ve Ahî Mirem (ö. 812/1409) vasıtasıyla Halvetiyye Tarîkatı’nın piri Ömer el- Halvetî’ye (ö. 800/1397) ulaşmaktadır.[2]
İbrâhîm-i Gülşenî’nin Kâhire’de tesis ettiği âsitânesinin ve diğer birçok merkezde Gülşeniyye kolunu temsil eden tekkelerin faaliyetleri ile Gülşeniyye, geniş bir coğrafyada etkili olmuştur. Gülşenî’nin memleketi Diyarbakır başta olmak üzere İstanbul, Bursa, Bulak, İskenderiye, Mekke, Halep, Urfa, Antalya, Şam ve Edirne’deki Gülşeniyye temsilcileri bu kolun mesajlarını geniş kitlelere ulaştırmışlardır.[3] Bu çalışmada Gülşeniyye kolunun ikinci pîri kabul edilen Hasan Sezâyî Efendi[4] ve Gülşeniyye kolu içerisindeki seçkin/etkin konumuna dikkat çekilecektir.
Hasan Sezâyî Efendi
Hasan Sezâyî Efendi, 1080/1669’da Mora Yarımadası’nın kuzeydoğusunda yer alan Gördüs/Korinthos kasabasında doğmuştur. Asıl adı Hasan olan Hazret’e, Niyâzî-i Mısrî (ö. 1105/1694) tarafından “Sezâyî” ifadesinin mahlâs verildiği ve o günden sonra kendisinin Hasan Sezâyî şeklinde anıldığı nakledilmiştir.[5]
Kaynaklarda verilen bilgilere göre Hasan Sezâyî Efendi, 1098/1687’de Venedikliler’in Mora’yı işgali üzerine önce İstanbul’a sonrasında da Edirne’ye gitmiştir.[6] Edirne’de bir yakınının vesilesi ile mukâbele kaleminde çalışmaya başlamıştır.[7] Sezâyî Efendi, İstanbul’a giderken gemide karşılaştığı bir Halvetî şeyhinin etkisiyle tasavvufa ilgi duymuş ve Edirne’de Şeyh Âşık Musa Hankâhı postnişini Gülşenî şeyhi Mehmed Sırrî Efendi’ye (ö. 1051/1640) intisap etmiştir.[8] Sezâyî Efendi, intisabından yaklaşık iki yıl sonra Mehmed Sırrî Efendi’nin vefâtı üzerine seyrüsülûkünü La’lî Mehmed Fenâî Efendi’de (ö. 1112/1701) tamamlamıştır.[9] Fenâî Efendi’den icâzet alan Sezâyî Efendi, Gülşenî Velî Dede Zâviyesi’nde irşâd faaliyetlerine başlamıştır.[10] Üstâdı Fenâî Efendi’nin vefâtı üzerine onun dergâhında Mahmûd Hamdi Efendi (ö. 1113/1701) postnişin olmuş ve o da altı ay sonra dâr-ı bekâya intikâl eylemiştir.[11] Mahmûd Hamdi Efendi’nin vefâtının ardından Hasan Sezâyî, görev yaptığı Veli Dede Zâviyesi’ne damadı Ahmed Müsellem Efendi’yi (ö. 1176/1763) görevlendirmiş ve Fenâî Efendi’nin faaliyet yürüttüğü Âşık Musa Dergâhı’nı irşad faaliyetlerinin merkezi yapmıştır.[12] Âşık Musa Dergâhı’ndaki görevi esnasında Mısır’a gidip Gülşenî Tekkesi Şeyhi İbrahim Çelebî’den (ö. ?) icâzet alan Hasan Sezâyî Efendi, Edirne’de ikâmet etmeyi tercih eden birçok devlet adamı ile yakın ilişkiler de tesis etmiştir.[13]
Hasan Sezâyî Efendi, 17 Ramazan 1151/29 Aralık 1738 tarihinde Edirne’de vefât etmiştir. Tekkesinin bahçesine defnedilen Hasan Sezâyî Efendi’nin kabri üzerine daha sonra kargir kubbeli bir türbe inşa edilmiştir.[14] Vefâtına “Kutb iken göçtü Sezayî rahmetullahi aleyh” mısraı ile tarih düşülmüştür.[15]
Hasan Sezâyî Efendi’nin Eserleri, Halîfeleri ve Tesirleriyle Gülşeniyye’ye Etkisi
Dîvân sahibi olan Hasan Sezâyî’nin bu eseri için Bursalı Mehmed Tahir Efendi (ö. 1925), “Osmanlı’nın Hâfız-ı Şîrâzî’si” ifadesini kullanmıştır. Geniş hacimli Dîvân’ında Sezâyî Efendi, beş kaside, iki terkib-i bend, on iki murabba, iki muhammes, iki tahmîs, iki müseddes, 396 gazel, altı rubâî, otuz üç nazım, on kıta, üç tarih, altı müfred, otuz bir matta’ ve yedi ilâhî kaleme almıştır. Ayrıca Dîvân’da Niyâzî-i Mısrî’nin bir gazeline de şerh yapmıştır. Sezâyî’nin Dîvân’ı, mürşidi La’lî Efendi’nin Dîvânçe’si ile birlikte basılmıştır.[16] Sezâyî Efendi’nin Dîvân’ının Gülşeniyye tekkelerinde en çok okunan Dîvân olduğu nakledilmiştir.[17]
Sezâyî Efendi’nin ikinci eseri Mektûbât’ıdır. Onun, oğlu, damadı, halîfeleri, mürîdleri, yakın çevresi ve bazı devlet ricâline yazdığı mektupları, üstâdı Mehmed La’lî Efendi’nin Şerh-i Ma’nevî-yi Şerîf adlı eseri ile birlikte yayımlanmıştır.[18]
Sezâyî Efendi’nin bir diğer eseri Şerh-i Gazel-i Niyâzî-i Mısrî adlı eseridir ki bu çalışmasında Sezâyî Efendi, Niyâzî-i Mısrî’nin, “Halk içre bir âyineyim herkes bakar bir an görür” mısraıyla başlayan gazelinin şerhini yapmıştır.[19]
Görüldüğü gibi Sezâyî Efendi, edebî zevki bakımından büyük etkiye sahip olmuş bir sûfîdir. O, edebî tesirinin yanında tasavvufî görüşleri açısından da etkili olmuş bir gönül eridir. Sezâyî Efendi’nin hem edebî hem de tasavvufî görüşleri bakımından etkisini gösteren işaretlerden biri “Gel ey dil bülbülü gülzâr-ı tenden eyle ihbârı/Âyân eyle ne gülşenden gelirsin bize de bârî” beytiyle başlayan kasidesinin damadı Ahmed Müsellem Efendi tarafından Şümû-i Lâmi' fi Beyân-ı Etvâr-ı Sâbi’ adıyla şerh edilmesidir. Bu konuda bir delil de onun, “Kalem-i sun’-i ezel her ne ki tahrîr etti/Kaydedip suhf-i ebedde ânı takrîr etti” beytiyle başlayan gazelinin Gülşenî-Sezâyî şeyhi Şuayb Şerefeddin Efendi (ö. 1911) tarafından Îzâhu'l-meram fi meziyyeti’l-kelâm adıyla şerh edilmiş olmasıdır.[20]
Şa’bâniyye, Uşşâkiyye, Sünbüliyye ve Nakşbendiyye Tarîkatlarıyla yakın irtibatı olduğu belirtilen Sezâiyye’nin işleyiş, irşâd ve gönül eğitimi bakımından özellikle Mevleviyye Tarîkatı ile bir hayli irtibatı söz konusudur.[21]
Gülşeniyye şubesinin Sezâiyye kolu daha çok Edirne ve çevresinde yayılmıştır.[22] Örneğin Hayrabolu’da Sezâiyye şeyhi “Çorumluzâde” veya “Çorumlu Kethüdâzâde” ismiyle şöhret kazanmış Muhammed Hasîb Bey, Sezâyî Efendi’nin halîfelerindendir. Dîvân sahibi olan Hasîb Bey, Sezâyî Efendi’nin bazı gazellerini tahmîs ve Gülşeniyye silsilesini tanzîm etmiştir.[23] Hasîb Bey’in medfûn olduğu Hayrabolu Merkez Cami bahçesinde Muhammed Mahvî Efendi de medfûndur ki bu zâtta Hasan Sezâyî’nin halîfelerindendir. Muhammed Mahvî Efendi, 1150/1737’de vefât etmiştir. Mezar taşında Sezâyî Efendi’nin damadı Ahmed Müsellem Efendi’nin düştüğü bir tarih manzûmesi vardır.[24]
Tekirdağ’da Sezâyî Efendi’nin misyonunu temsil eden en önemli isim Şeyh Kırımî Hasan’dır. 1158/1745’te vefât eden bu zât, Tekirdağ’da Şeyh Bevvâb Muhammed Bey Mahallesi civarında kabristan kenarında dört yanı duvarla çevrilmiş mezarlıkta medfûndur. Burası, “İstanbul Yolu” olarak bilinen Çorlu Caddesi üzerindedir.[25] Tekirdağ’da Sezâyî Efendi’den müstahlef olarak görev yapan bir başka Sezâyî şeyhi Muhammed Fakrî-i Kırımî’dir. Vefât tarihi bilinmeyen bu zâtın Sezâyî Efendi ile Tekirdağ’da hem-sohbet olduğu ve onunla birlikte oldukları süreçte Sezâyî Efendi’nin içtikleri kahve fincanının Fakrî-i Kırîmî’nin görev yaptığı Perşembe Dergâhı’nda mahfûz olduğu bilgisi de kaynaklarda yer almaktadır.[26]
Kaynaklarda Horasan Buhara kökenli olan ve Halvetiyye’nin Hayâtiyye kolunun pîri Mehmed Hayâtî (ö. 1180/1766) Efendi’nin de Hasan Sezâyî’ye intisap ettiği,[27] müderris, kâtib, kadı nâibliği ve kazaskerlik gibi birçok önemli görevler icra eden Nazîr İbrâhîm Efendi’nin (ö. 1188/1774) Hasan Sezâyî’nin halîfelerinden olduğu[28] ve yine son dönemdeki temsilcileri arasında Şeyh Şuayb Efendi’nin yer aldığı Hâletiyye kolunun da Sezâyî kolundan neşet ettiği bilgisi de nakledilmiştir.[29]
Son olarak Sezâyî Efendi’nin misyonunu İstanbul’da temsil eden Gülşenî-Sezâyî tekkelerini zikretmek yerinde olacaktır. Sezâyî Efendi’nin halîfesi Tatar Şeyh Hasan Efendi (ö. 1180/1766) Gülşenîhâne olarak zikredilen Gülşenî Tatar Efendi Tekkesi’nde, Sezâyî Efendi’nin bir diğer halîfesi Gürcü Ali Efendi (ö.1187/1773) Balat-Eğrikapı’daki Gürcü Ali Efendi Tekkesi’nde ve Silivrikapı’da Peyk Dede diye anılan Sezâyî Efendi’nin bir başka halîfesi Ahmed Remzi Efendi’nin faaliyet yürüttüğü Peyk Dede Tekkesi’nde Sezâyî Efendi’nin mesajı İstanbul’da uzun süre karşılık bulmuştur.[30]
Sonuç
İbrâhîm-i Gülşenî tarafından tesis edilen Halvetiyye’nin Rûşeniyye şubesinin Gülşeniyye kolu Hasan Sezâyî ile daha geniş kitlelere ulaşmıştır. Sezâyî Efendi’nin ilmî birikimi, şiirdeki etkinliği, yöneticiler ve farklı inanç grupları başta olmak üzere toplumun farklı kesimleriyle olan yakın ilişkileri, yetiştirdiği halîfeleri ve tekke faaliyetleriyle bu sahada inkârı mümkün olmayan bir başarı elde ettiği anlaşılmaktadır. Başta Edirne ve çevresi olmak üzere Anadolu’nun farklı noktalarında Gülşeniyye misyonun neşreden Sezâyî Efendi’nin bu başarısına Hülya Küçük bir araştırmasında dikkat çekmiştir. Küçük, Sezâyî kolunun Edirne dışında Gördüs, Eğriboz, Filibe, Antalya ve Argirikasrı gibi birçok merkezde temsil edildiği bilgisini nakletmiştir.[31]
Netice olarak belirtmek gerekirse Hasan Sezâyî’nin yetişmesi, ilmî serüveni, üstâdları, halîfeleri, âsitânesindeki irşâd adımları ile Anadolu ve Balkanlardaki birçok merkezde açılmasına vesile olduğu tekkelerdeki faaliyetleriyle ilgili, burada aktarılan verilerle yetinmek doğru bir tavır olmayacaktır. Son dönemde Sezâyî Efendi ve temsil ettiği kol üzerinde yoğunlaşan çalışmalar, bahsi geçen alanlarda daha da derinlikli araştırmalara kapı aralamalı ve Sezây’i Efendi’nin yaşadığı dönem ve sonrasındaki sürece etkisi bütüncül bir yaklaşımla gözler önüne serilmelidir.
[1] Sadık Vicdânî, Tomâr-ı Turuk-ı Aliyye’den Halvetiyye (İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1338-1341), 48-50; Mustafa Aşkar, “Bir Türk Tarikatı Olarak Halvetiyye”, AÜİFD 39 (1999), 535-536.
[2] Mustafa Kara, “Gülşeniyye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1996), 14/256-257.
[3] Cemâleddîn Hulvî, Lemezât-ı Hulviyye, haz. M. Serhan Tayşi (İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 1993), 523-589.
[4] Himmet Konur, “Sezâî-yi Gülşenî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2009), 37/79.
[5] Hür Mahmut Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (19. Yüzyıl) (İstanbul: İnsan Yayınları, 2003), 229-235.
[6] Nihat Azamat, “İbrahim Gülşenî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2000), 21/302.
[7] Abdurrahman Sâmi, Mi’yâru’l-evliyâ (İstanbul: Necm-i İstikbal Matbaası, 1339), 50.
[8] Bandırmalızâde Ahmed Münib, Mir’atu’t-turuk (İstanbul: Cemal Efendi Matbaası, 1306), 34-35.
[9] Mahmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri I-II-III ve Ahmed Remzi Akyürek Miftâhu’l-kütub ve Esâmî Müellifîn Fihristi, haz. Cemal Kurnaz - Mustafa Tatcı (Ankara: Bizim Büro Yayınları, 2000), 1/108.
[10] Hocazâde Ahmed Hilmi, İbrâhim Gülşenî (İstanbul: Kütüphâne-i Cihân, 1322), 11-17.
[11] Ahmet Çapku, Edirne (İstanbul: İlke Yayıncılık, 2020), 118.
[12] Şimşek, Selami, Edirne’de Tasavvuf Kültürü (İstanbul: Buhara Yayınları, 2008), 11-17.
[13] Reşat Öngören, Osmanlılar’da Tasavvuf (İstanbul: İz Yayıncılık, 2000), 99-106.
[14] Necdet Yılmaz, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (XVII. Yüzyıl) (İstanbul: Osav Yayınları, 2021), 54-65.
[15] Ramazan Muslu, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf [18.yüzyıl] (İstanbul: İnsan Yayınları, 2003), 207-214.
[16] Ali Rıza Özuygun, Hasan Sezayi’nin Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri, Divanı’nın Tenkitli Metni ve İncelemesi (Erzurum: Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 1999), 22-25.
[17] Mustafa Kara, “Gülşeniyye ve Güldeste”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 7/7 (1998), 52.
[18] Cezair Yarar, Mektubat- ı Hazret- i Sezâî (İstanbul: Divan Yayınları, 2001), 1-252.
[19] Himmet Konur, Hasan Sezâî ve Mektupları Işığında Tasavvuf Hayatı (İzmir: Tibyan Yayıncılık, 2003), 65-66
[20] Özuygun, Hasan Sezayi’nin Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri, Divanı’nın Tenkitli Metni ve İncelemesi, 26-27.
[21] Harîrî-zâde Kemâleddîn, Tibyânü vesâili’l-hak (İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih, 430-432), 3/86a-90a; Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik (İstanbul: İnkılap ve Aka Yayınları, 1983), 322.
[22] Semih Ceyhan, “Halvetiyye”, Türkiye’de Tarikatlar, ed. Semih Ceyhan (İstanbul: İsam Yayınları, 2015), 713-714.
[23] Mehmed Süreyyâ, Sicillî-i Osmânî (İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1308), 2/180.
[24] Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ (İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar, 2305-2309), 3/229-235; Fatih Çınar, “Hayrabolulu Gülşenî-Hâletî Şeyhi Mahvî’nin Dîvânçe’sinde Aşk Telakkîsi”, Somuncu Baba 273 (Temmuz 2023), 48-52.
[25] Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, 3/154.
[26] Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, 3/230-232; Selami Şimşek, “Anadolu İle Balkanlar Arasında Geçit Bölgesi Tekirdağ’da Tasavvuf ve Tarîkatlar”, Süleyman Uludağ Kitabı, haz. Mustafa Kara (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2008), 387-390.
[27] Metin İzeti, Balkanlarda Tasavvuf (İstanbul İnsan Yayınları, 2004), 184-185.
[28] Himmet Konur, “Gülşenîlige Dair Bir Eser: Nazîr İbrâhim’in Beyân-ı Tarîkat-ı Gülşenî’si”, Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi 3 (Ankara 2000), 66; Mustafa Çalışkan, “Nazîr İbrahim Gülşeni’nin Letâifü'l-İnsân” Adlı Risalesi (İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2016), 5-6.
[29] Vicdânî, Tomar-ı Turuk-ı Aliyyeden Halvetiyye, 52-54; Hüseyin Vassâf, Mürâselât (İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar, 2310.
[30] Atilla Çetin, “İstanbul'daki Tekke, Zâviye ve Hankâhlar Hakkında 1199 (1784) Tarihli Önemli Bir Yesika”, Vakıflar Dergisi 13 (Ankara 1981), 585, 586, 590; M. Baha Tanman, “Gülşenîlik”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi (İstanbul: Tarih Vakfı - Kültür Bakanlığı, 1994), 3/442-444.
[31] Rüya Kılıç, “Osmanlı Devleti’nde Gülşeni Tarikatı (Genel Bir Yaklaşım Denemesi)”, Otam 15 (2004), 221-222.
Fatih ÇINAR
YazarTekirdağ, Anadolu ile balkanlar arasında bir geçit bölgesi ve ilim, kültür, sanat ve mâneviyât merkezi İstanbul’u besleyen ana merkezlerden biri olması bakımından önemli bir şehirdir.[1] Tekirdağ’ın b...
Yazar: Fatih ÇINAR
Sümbül Sinan Efendi, yetiştirdiği halîfeleri, kaleme aldığı eserleri ve mânevî tesir halkasıyla Halvetiyye Tarîkatı’nın on altıncı yüzyıldaki önemli temsilcilerinden biridir. Özellikle dev(e)rân tartı...
Yazar: Fatih ÇINAR
Mehmed Emîn-i Tokâdî, 17. yüzyılın ikinci yarısı ile 18. yüzyılın ilk yarısının önde gelen isimlerindendir. Bir Nakşbendî şeyhi olan Tokâdî aynı zamanda seyyah sûfîlerdendir. Bu çalışmada, velûd bir m...
Yazar: Fatih ÇINAR
Derviş kelimesi, tasavvuf terminolojisinde uzun bir geçmişe sahiptir ve kökenine dair çeşitli tartışmalar bulunsa da, genellikle “kapı eşiği” anlamındaki “der-pîş” teriminden türediği kabul edilir. Hu...
Yazar: Oğuzhan AYDIN